Wearesocial tarafından yayınlanan rapor göre bir kişinin internette geçirdiği günlük süre yaklaşık olarak 6 saat 37 dakika olurken bu süre Türkiye özelinde 7 saat 24 dakika*. Neredeyse dünya ortalamasının 1 saat üzerindeyiz. İlginç ama uyku dışında kalan zamanımızın yaklaşık yüzde 45’ini internette geçiriyoruz!
Bir yandan hayatta kalmak için mücadele ederken, bir yandan var olabilme kaygısı, bir yandan da dikkat çekebilmenin sosyal ağırlığı omuzlarımızda. Sadece bir tweet atabilmek gibi küçük konuların yaratabildiği farklar nedeniyle bilginin niteliği veya doğruluğundan ziyade o bilginin ulaştırdığı sonuç, zihinlerimizi çoktan manipüle etmeye başladı.
Reuters Enstitüsü bilgi edinme kaynağı açısından önemli verilere sahip bir araştırma** yayınladı. Bu araştırmaya göre okurlar haber kaynağı olarak çevrim içi yayınları baskın bir şekilde tercih etme eğiliminde. Haber kaynağına erişimde ise akıllı telefonlar en yaygın kullanılan cihaz konumunda. Bu iki veriye göre bilgiye erişme yöntem ve şeklinin artık tamamen internete evirildiği söylenebilir.
Rapordaki şaşırtıcı bilgilerden bir tanesi ise Türkiye’deki okurların haberlere olan güvenlerinin yüzde 36 seviyelerinde olması. Yani her 10 kişiden 7’si çıkan haberlere güvenmiyor. Rakamlar şaşırtıcı olmasına karşın bilginin dolaşımdaki şekli, yaygınlığı veya kaynağı, güven seviyesindeki etki düzeyini doğrudan değiştirebiliyor.
İçeriklere güven oranı düşük olan okurlar, rapordaki sonucun tam tersi bir şekilde bilgi bozukluğu olan içeriklere halen güçlü bir etkilenme eğiliminde. Bunun temel nedenlerinden bir tanesi şüphesiz ki internetteki algoritmalar. Bir anlamda algoritmaların oluşturduğu fakat bizimmiş gibi hissettiğimiz güçlü paradokslar söz konusu. Dijital evrenden edindiğimiz veya maruz kaldığımız içerikler güçlü bir düzensizlik noktasında. Yıkıcı etkileri olabilen bu düzensizlik şu an için ancak ve ancak kişilerin bilinç seviyesi ile çözülebilecek bir seviyede.
O zaman ne ile karşı karşıya kalındığının ve neyin ne olduğunun daha iyi anlaşılması gerek. Ülkemizdeki siyasi konjonktürün de etkisiyle dezenformasyon kelimesi bilgi bozukluğu noktasında duymaya en alışkın olduğumuz terim. Bu yazıda dezenformasyonun yanında bilgi bozukluğunun üç farklı boyutu olan “Dezenformasyon, Mizenformasyon ve Malenformasyon” terimlerini sizlerle paylaşmak istedim.
Hazırsanız hemen detaylara geçelim. 🙂
DEZENFORMASYON NEDİR?
Dezenformasyon: Yanlış Bilgi + Zarar Verme (Kötü Niyet)
Dezenformasyon, bir bilginin yanlış veya doğruluğu olmamasına karşın kasıtlı bir şekilde zarar vermek amacıyla oluşturulması ve yayılması anlamına geliyor.
Dezenformasyon noktasındaki ana amaç; bilerek ve isteyerek zarar vermek. Buradaki niyetin kötü olduğunun da altını özellikle çizmek gerek. Bilinçli ve belirli bir planla dolaşıma sokulan bu bilgi türü, sadece siyasette değil ekonomi, sağlık gibi alanlarda da oldukça yaygın bir kullanıma sahip.
MİZENFORMASYON NEDİR?
Mizenformasyon: Yanlış Bilgi + Hata (İyi Niyet)
Mizenformasyon, herhangi bir olay veya konu hakkındaki yanlış veya doğruluğu teyit edilmemiş bilginin herhangi bir zarar amacı gütmeden paylaşılmasıdır. Burada paylaşımı yapan kişi, bilginin yanlış ve yanıltıcı olduğunun farkında olmadan o bilgiyi dolaşıma sokar.
İşin ilginç yanı da burada ortaya çıkıyor çünkü mizenformasyon genellikle dezenformasyonu da kapsayan bir süreci içermekte. Niyetleri kötü olmamasına karşın insanlar savundukları görüşler, sosyal kimlikleri, bulunduğu anın harareti nedeniyle doğruluğunu yeteri kadar araştırmadan ve farkında olmadan dezenformasyonun yayılmasına hizmet edebiliyor.
MALENFORMASYON NEDİR?
Malenformasyon: Doğru Bilgi + Zarar Verme (Kötü Niyet)
Malenformasyon ise doğru bilginin direkt olarak zarar vermek amacıyla paylaşılması anlamına geliyor.
Gizli veya özel olarak kalması gereken gerçek bilginin, belirli bir amaç doğrultusunda dolaşıma sokulması ile bir kişiye veya kuruma zarar vermek Malenformasyonun ana amacı. Örneğin, ABD başkanlık seçimlerinde Demokratların adayı eski dışişleri bakanı Hillary Clinton’a ait özel e-posta’larının hacklenmesi ve bunun kamuoyu ile paylaşılması bu konuya dair bir örnek.
Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels şöyle diyor: “Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlar.” Bilgi bozukluğunun üç boyutunu anlamak ve bilmek önemli çünkü Türkiye özelinde her üç başlıkla da sıklıkla karşılaşır durumdayız. Hiper bağlantılı dönemde, bilgiye ücretsiz erişimi olan okurun sırtına ek bir yük bildiğinin altını çizmek gerek.
Bahsetmeye çalıştığımız konunun sahte haberden çok daha ötesinde bir detaya sahip olması. Bu düzensizlik ile edinilen bilgiler, düşünce ve algı üzerinde kapsayıcı bir etki yaratabilme kapasitesine sahip. Bir süre bilgi düzensizliğine maruz kalan bireyin bir sonraki yanlış içeriğe karşı daha az sorgulayıcı olabilme ve daha hızlı kabul edilme durumu da mevcut. Bir yanlışın bir diğer yanlışa altlık oluşturabilme durumu, oldukça ürpertici değil mi? Böyle bir ekosistemde var olan bireyin, yanlış bağlam kurma veya hatalı ilişkilendirmeler yapabilme eğiliminde olabileceğini de unutmamak gerek.
Türkiye Sınır Tanımayan Gazeteciler basın özgürlüğü endeksine göre 180 ülke arasında 169. sırada. Siyasi baskıların artmasıyla birlikte medyadaki tüm kesimlerin keskinleşmesi ve yanlığının artması, bilgi bozukluğunu Türkiye’nin önemli başlıklarından bir tanesi yapıyor.
Hareket noktasının bir anlamda yanlış veya hatalı konumlandırmadan başlaması bireyi daha nefret dolu, kutuplaştırıcı ve bölücü olma potansiyeli ile karşı karşıya bırakabilir. Bu noktada bilgi edinmenin sadece metin ile değil görsel yollarla da olabilir. Bir görselin ortalama 1000 kelimeye eş değer olduğunu düşünürsek görsel yolla elde edinilen yanlış bilginin çok daha kalıcı olabilme riski var.
Bilgi düzensizliği bir süre sonra “Post Truth” olarak ifade edilen “Gerçeklik Ötesi” döneme de kapılarını aralıyor. Gerçeklik Ötesi; karar verme noktasında nesnel gerçekliklerin bir kenara bırakılarak, kişisel duyguların ve inançların baskın olduğu bir düşünce ve tutum biçimi olarak ifade edilebilir. Kavram Sırp Amerikan oyun yazarı Steve Tesich tarafından 1992 yılında kullanılmasına karşın, gerçek kimliğine günümüzde ulaştı dersek çok fazla yanılmış olmayız. Bireyin serbestçe içerik üretebilmesi ve bireyin eğilimleriyle birleştiğinde bilgi düzensizliğini farklı boyutlara taşıyabilme riski de söz konusu.
Bilgi düzensizliği bugün yaşamın her alanında dikkat edilmesi gereken önemli bir kavram. Bunun üstesinden gelebilmek için her ne kadar internette bazı araçlar mevcut olmasına karşın en büyük sorumluluk bireye düşmekte.
Bu konuya yönelik daha derinlemesine bir analiz yapmak isterseniz “Bilgi bozukluğunu anlamak adlı içeriğe göz atabilirsiniz.
KAYNAKLAR
* https://wearesocial.com/uk/blog/2023/01/the-changing-world-of-digital-in-2023/
**https://reutersinstitute.politics.ox.ac.uk/digital-news-report/2022/turkey
Bir yanıt yazın